Kral çıplak demek yanlış mı?

Son iki yazım (Erdoğan, Öcalan ve İslam; Alevilerin gazını alma çabası) özellikle sosyal medyada epeyce tartışıldı, tartışılmaya da devam ediyor. Yazılarımda “bin yıllık kardeşlik” edebiyatının ve “İslam Bayrağı altında buluşma davetinin” esas itibariyle geleneksel Sünni egemen anlayışının bir söylemi olduğu ve bu söylemin yalanlar üzerine kurgulandığını açıkça yazdım. Erdoğan’ın ve Öcalan’ın benzer bir söylemde buluşmasının Ortadoğu’da yaşanan süreç de dikkate alındığında, yeni dizayn hamlesinde “Alevisiz ve solsuz” bir Ortadoğu planlandığını  belirttim. Abartmadan belirteyim ki; Yüzlerce yorum aldım. Övenlerin sayısı fazla olsa da azımsanmayacak sayıda yergi de aldım.

Bir gerçeği bilmem kaçıncı kez belirtmekte yarar var; Evet kan durmalı, silahlar toprağa gömülmeli, barış olmalı! Bu konuda en küçük bir tereddüdüm yok. Ancak bu gerçek, yukarıda vurguladığım gerçekleri söylememizi engellememeli. Birileri “Kral çıplak” diyebilmeli.

***

Bugün “İslam bayrağı altında bin yıllık, kardeşlik, dayanışma, barış” söyleminde bulunanların dün ne dediğini de biliyoruz. Bunu söylemeyelim mi?

“Örneğin, Sultan II. Abdülhamit döneminde yeniden İslamcılığa dönüş ne anlama gelir? Panislamizm, Batı karşısında zorlanan imparatorluğun Müslüman halklar üzerindeki etkisini kırmaya ve Osmanlı İmparatorluğu’nu bu temelde güçlendirmeye, buna hizmet etmeye dayanan bir tutumu ifade eder. Türkler, İslam temelinde büyüdüklerini çok iyi biliyorlar. Yıkılış döneminde İslam’a sarılarak, hem de sahte bir biçimde sarılarak kurtulmak istiyorlar.”

“Bugün ‘Ortadoğu Müslüman Ülkeler Birliği’, ‘Müslüman Ülkeler Zirvesi’ biçimdeki bazı çabalar görülüyorsa da, bunlar sahtekârlıktan ibarettir.”

“Bunlar İslamlığın önderliğini ele geçirdiklerinde İslam’ın en sağcı, en ganimetçi, en gaddar özelliklerini esas alıyorlar. Türk feodalitesinin oluşması bu anlamda gericidir. Ganimet için, siyasal güç olmak için, feodal, melik, sultan olmak için İslamiyet’i kabul ediyor ve bir de bunu en geri, en sağ, en bastırmacı özellikleri ile gerçekleştiriyorlar… Osmanlı İmparatorluğu gerçeğinde görülen, onun İstanbul’u fethiyle birlikte dönemin en güçlü imparatorluğu haline gelmesi ve bu temelde tutuculuğunu daha da arttırmasıdır. Bu dönemde imparatorluğun halklar üzerindeki egemenliği, onların gerilemesine yol açmıştır.”

“Fetihçi bir din olan İslam’da, ‘gaza’ için fetih gerekir. İslamlaşmayla yayılmacılık arasında sıkı bir ilişki vardır. Ne kadar hızlı İslamlaşırlarsa o kadar hızlı yayılırlar, yayıldıkça da daha fazla İslamlaşırlar...”

“Sünni kesim egemen ve resmi kesimdir. Altta kalanlar ise, İslam'ın ‘sabık’ bir mezhebi olarak değerlendirilen, fakat bize göre devrimci özü teşkil eden Şii, Alevi geleneğini yaşatan, ezilen halktır.”

Bunları kim söylemiş? Mayıs 1991’de “Din sorununa devrimci yaklaşım” kitabında Abdullah Öcalan söylemiş. Noktasına ve virgülüne dokunmadan yaptığım bu alıntılardan sonra, aynı Öcalan 21 Mart 2013’de ne dedi:

“Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır. Gerçek anlamında,  bu kardeşlik hukukunda fetih, inkâr, ret, zorla asimilasyon ve imha yoktur.”

***

Recep Tayyip Erdoğan’la doğrudan buluşan bu ikinci söylem açık ki, 12 yıl önce yazılmış bütün tezleri reddediyor ve hepimizin önüne yeniden bir “İslam bayrağı” koyuyor. Kuşkusuz insanlar değişebilir, görüşleri farklılaşabilir. Yeni dizayn çabalarında yeni roller üstlenebilirler. Ama bu bizim itirazımızı ve eleştirimizi engellemez. Çok açıkça belirtmek gerekir; Kim söylerse söylesin,  16. Yüzyılda Yavuz Selim’le, 19. Yüzyılda II: Abdülhamit’le, 21. Yüzyılda Erdoğan’la öne çıkan “İslam bayrağı” söyleminden bu ülkeye ne barış, ne kardeşlik, ne de barışa ve kardeşliğe uygun siyasal iklimi sağlayacak olan demokrasi gelir!
* * *
Bütün bunlara itirazın çıkış noktası bir “himmet” arayışı değil! Bir “kurtarıcı” arayışı hiç değil! Eğer bu ülkede barış ve demokrasi olacaksa “bin yıllık makûs talihi” yenecek bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. Bunun gerçekleşmesinin en önemli yolu ise Alevilerin ve bütün toplumsal çevrelerin figüranlıktan aktörlüğü geçmek için hamle yapmalarından geçmektedir…