İnci Çiçeği sundum…

Gözyaşlarım, seni gülerken dökmek isterdim. Kahkahalar arasındaki gözyaşı; yüreğin hüznü yerine sevincin göstergesi olurdu.

Geldik, gidiyoruz. Koca ömür kısa bir film şeridi gibi; arada kısa anlarda mutluluğu yaşıyor olsak da çoğunluğu hiç bitmeyen mücadeleyle dolu. Bulunduğumuz coğrafyada bunun şeklini, oranını belirlemekte.

Bir dostuma sordum: “Özgür müsün“ diye… “Kim özgür” dedi.

“Töreye uymak zorunda olan mı, çevre, aile baskısında olan mı, kendi gönlünden çok başkasının gönlüyle, başkasının düşüncesiyle yaşayan mı özgür.

Sana beyaz salkım ağacı altında bir inci çiçeği sundum.”

Gülerek.

“Unutma; beyaz salkım ağacı, hakiki muhabbeti; inci çiçeği, dostluğu anlatır.”

Evet..

Hepimizin ihtiyacı var muhabbete, dostluğa.

Dostum konuşmasına devam etti:

“Zalim yaratmak istiyorsan; döv çocuğunu, eşin sana hak versin. Eşini döv; o kabullensin bunu. Nefret, kin, garez, intikam, bağnazlık, otoriterlikle, dogmatizmle besle, büyüt, geliştir. Zalim yarat, zulüm doğur.

Coetzoe diyor ki:

“Zalim olmak için yüreğimizi başkalarının acılarına kapatmamız gerekir.”

Üç günlük ömrünün neşeli, mutlu geçmesini istiyorsan. O zaman; sevgiyle, şefkatle, anlayışla, empatiyle, hoşgörüyle ve demokratik anlayışla besle, büyüt, geliştir.” Dedi dostum…

Bazen düşünüyorum:

Tubiler gibimi yaşasak, Aborjinler gibimi olsak, Hülagü gibi yakıp, yıkıp; ceset kokusundan kaçarak mı terk etsek Bağdat’ı, Cengiz Han gibi; afetten fazla zarar mı açsak dünyaya, 1.inci Şahpur’un oğlu 1.inci Behram gibi Mani’yi çarmığa gerip, derisini yüzüp, cesedi parçalayıp sonrada saman doldurup kale kapısına mı assak. Hitler gibimi olsak.

Yoksa;

Pir sultan gibimi anılsak, Şeyh Bedrettin gibimi olsak, Edison gibimi,Süyün Bike gibimi yada karıncayı ezmeye korkan hümanist mi.

Biz iyisi mi;

Sevgiyi, aşkı, özgürlüğü seçelim. Üç günlük dünyada insana yakışanı; insan gibi yaşamayı seçelim.

Hoşçakalın