Türkiye’de doğru ve gerçek gibi sunulan birçok kavram aslında hem yanlıştır hem de yalan. Gerçek gibi sunulan yalanların başında gelen “bin yıllık kardeşlik” söylemi bunun en iyi örneklerinden biridir. Kafamızı nereye çevirsek, kulağımızı nereye uzatsak mutlaka bir yerlerde “Biz bu topraklarda bin yıldır kardeşiz, etle tırnak gibiyiz. Kız aldık kız verdik, bizim aramızı bozmak isteyen dış güçler aramızı bozmak istiyorlar ” sözlerini duyarız. Gerçekle alakalı olmayan bu yalan sözler “İslam kardeşliğinden” beslenir ve esas itibariyle gerçekle yüzleşmekten kaçmanın, sahte barış havası yaratmanın ürünüdür. Ve bu söylem kesinlikle iktidara hâkim olan güçlerin gerçekleri gizlemek, sorumluktan kaçmak, bütün kabahati nerede başlayıp, nerede bittiği belli olmayan ‘dış güçlere’ yıkarak “aradan sıyrılma” söylemidir…
Bugünden bin yıl geriye dönüp, 1100’lere kadar lütfen dönüp şöyle bir göz atın. Bu topraklarda bırakın bin yıl kardeş gibi yaşanan bir dönemi, yüz yıl bile “kardeş” gibi yaşanan bir dönemi asla bulmazsınız. İktidarını tam anlamıyla “tek ve muktedir” kılmak için kendi kardeşini, oğlunu, torununu boğdurtan bir gelenekten işin doğrusu başkası da beklenemez. “Ümmetin ve kulluğun” hâkim olduğu bu topraklarda eşitlik hiç olmadığı için kardeşlik de olmamıştır. Üstelik, Şeyh Bedrettin, Kalender Çelebi, Pir Sultan gibi “eşitlik ve kardeşlik” talebi çerçevesinde yapılan her hamle ise kanla bastırılmıştır. Bugün bizlere dizilerle de “Muhteşem Yüzyıl” olarak sunulan yüzyıl Aleviler açısından tam anlamıyla bir “katliam yüzyılı”dır… Bin yıllık Anadolu tarihinin bu konudaki “makûs talihini” yenmek için atılmış en son adım olan “Cumhuriyet hamlesi” ise yarım kalmış ve arkasından da yenilmiştir.
* * *
Sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi bugünlerde “İslam bu topraklarda yaşayanları birleştiren çimento gibidir ve asırlarca süren beraberliğin sürebilmesini sağlayabilecek İslam Kardeşliği'nden başka bir malzeme de yoktur. Din kardeşliği yerine ikame edilmeye çalışılan her şey, insanları kandırmak için kullanılan bahanelerden başka bir şey değildir” diye özetlenebilecek yaklaşım, yeniden ısıtılıp hepimizin önüne konuluyor…
Bu yaklaşımın Kürt meselesiyle bağlantılı olarak son haftalarda öne çıkması ve “anasır-ı İslam” vurgusu bu anlamıyla kuşkusuz bir tesadüf değildir. “Etnik kökeniniz farklı olabilir ama hepimiz “İslam’ın unsurlarıyız” vurgusunu Başbakan Erdoğan her fırsatta kullanıyor ve özetle şöyle diyordu: “Tamam Kürtsünüz, Türksünüz ama hepsinden önemlisi Müslümansınız…”
Siyasal İslam’dan beslenen bu söylem, son haftalarda Abdullah Öcalan’ın da söylemine dönüşmüş durumda. Nitekim “İmralı tutanaklarından” sonra Öcalan Nevruz konuşmasında da bu yaklaşımına uygun olarak “Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır. Gerçek anlamında, bu kardeşlik hukukunda fetih, inkâr, ret, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır” dedi… Neresinden tutsanız orası yalan olan bir söylem…
Anadolu topraklarında yaşanan gerçeklerle hiçbir alakası olmayan bu “büyük kardeşlik ve dayanışma yalanı” olsa olsa 1514’de Osmanlı Padişahı Yavuz Selim’le İdris-i Bitlisi’nin temsil ettiği Sünni Kürt Beyleri arasında yapılan “Amasya Anlaşması” için geçerli olabilir, başka bir şey için değil…
Sene 1514’de Kürt Beyleri, Sünni Yavuz Selim ile Kızılbaş Şah İsmail arasında tercih yapacaklardır. 25 Kürt beyi adına hareket eden Sünni İdris-i Bitlisi tercihini Sünni Yavuz Selim’den yana yapar ve Anadolu tarihi o günden sonra anlaşmanın “tek yanlı” bozulacağı 1830’lara kadar “İslam kardeşliği” diye bize yutturulmaya çalışılan “Sünnilik” üzerinde şekillenir. “Millet-i İslam” bu kardeşliğin adıdır ve bu kardeşlikte Alevilere, Nusayrilere, Şiilere ve genel olarak aklınıza gelebilecek bütün “gayri Sünni” unsurlara asla yer yoktur!