CHP ilk yıllarında tamamen kurucu parti gibi davranmış, 1940’lara kadar ülkeyi inşa etme görevini üstlenmiş ve bu tarihten sonra ise genel başkanı İsmet İnönü öncülüğünde demokrasi denemelerine -tartışmalı olsa da- girişmiştir. 1960’lı yıllara kadar ideolojik muhasebesini yaparak 1960’ların köyden kente olan göç dalgası ve dünya konjonktürünün de etkisiyle toplumsal sorunlara emekten, ezilenden, sömürülenden yana cılız da olsa tavrını ortaya koymuş ve bunu “ortanın solu” söylemiyle dile getirmiştir. İnönü, bu söylemini: “CHP, bünyesi itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır.” sözleriyle temellendirdiğinden “ortanın solu” söylemi çok hızlı karşılık bulamamıştır. Fakat 1970’lerin ikinci yarısından itibaren “ortanın solu” söylemi, kendisini devletten uzaklaştırarak yerini “solun kendisi olma” iddiasına bırakmıştır.
1970’lerin yeni iddiası CHP’yi halka, emekçiye, ezilene o kadar yaklaştırmış ki tabanda tam karşılık bulmuş ve nihayetinde sol oylar, tarihi rekor kırarak 1977 seçimlerinde % 45 bandına dayanmıştır. “Sol”, doğası itibarıyla devletçi olmaktan uzak, karşı ve muhaliftir. Çünkü sol anlayış, devleti kutsayan, bireyi kul gören bir anlayış değil tersine devleti toplumsal bir sözleşmeden ibaret gören, “fazla devlet”in bünyeye zarar veren bir canavara dönüşmeye meyilli olduğunu, bu durumun da en çok muktedirlerin çıkar mesafelerine yaklaşacağını iyi bildiğinden devlete muhalif, iktidar olunduğunda dahi devletin gemlerini sıkı sıkıya tutan bir anlayıştır. İşte 12 Eylül faşist darbesi de “sol”un devlete sahip olup gemleri sıkma durumunun muktedirleri rahatsız etmiş olmasının sonucudur. Özellikle 1983 seçimlerinde solun % 30 bandına gerilediği görülmüştür. CHP açısından bu gerilemenin nedeni devlete, güce muhalefet yapma yeteneğinin ezilerek kendi elinden alınmasıdır. Öyle ki CHP bu durum karşısında toparlanmakta zorlanmış olmalı ki katiline aşık olur duruma getirilmiştir.
CHP, 12 Eylül faşist darbesinden ötürü emek, halklar ve inançlar cephesini boş bırakmış, doğal olarak bu yapılar kendi çıkar yollarını aramaya koyularak siyasette ve günlük hayatta temel özne olmaya başlamışlardır. Özellikle halklar ve inançlar cephesinde Kürtler ve Aleviler örgütlenme yoluna giderek devletin karşısında “Alt Kültür” olma halinden “Karşı Kültür” haline gelmişlerdir. Bu durumun nedenlerinin başında ise kentleşme gelmektedir. Çünkü kentleşmeyle söz konusu olan bu kesimler farklılıklarının ve ötekileştirildiklerinin farkına tam anlamıyla varmaya başlamış ve aidiyet konusunda arayışa girmişlerdir.
Peki 1970’ler CHP’sinde var olma çabası gösteren bu yapılar, günümüzde neden CHP’de siyaset yapma konusunda gelgitler yaşamaktadırlar. Çünkü bu yapıların 1970’lerde “iş – aş” derdi varken şimdi bunların yanına kimlik ve aidiyet arayışları da eklenmiştir. Toplumsal değişim ve gelişimlere karşı CHP toplumun canlı bir mekanizma olma özelliğini göz ardı ederek siyaset yapmaktadır.
CHP’nin, sonunun hüsran olmaması için değişen ve gelişen toplum karşısında daha cesur ve sola yakışır daha radikal adımlar atması gerekmektedir. Tabandan gelecek sesleri dinlemenin yanı sıra tabana bazı şeyleri de benimsetebilmelidir. CHP, her kapıyı açacak bir anahtar istiyorsa öncelikle devleti korumaktansa, gerekirse devletin yeniden inşa edilebileceğini, Atatürk ilkelerinin köklü bir şekilde revize edilerek gerek olması halinde bazılarından (Milliyetçilik gibi) vazgeçileceği dahi dillendirilerek, devletin 1921’de olduğu gibi 2021’e kadar Türklerin, Kürtlerin, Alevilerin, Müslümanların ve her kesimin içinde yer aldığı yeni bir sözleşmeyle devlet mekanizmasını yeniden yaratacaklarının umudunu bu ülkenin bütün halklarına ve değerlerine vermelidir. Çünkü bu ülkeye barışı ve demokrasiyi sol dışında kimsenin getirmeye niyeti yoktur. Bu sol parti CHP olmazsa bile bunları yapacak başka bir sol yapının er ya da geç iktidar olacağına ben yürekten inanıyorum. Çünkü bu ülkede “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganını soldan başka hiçbir yürek içten söylememiştir.
Hakkı TUNÇ
tunchakki@gmail.com