Geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesi CHP’nin eğitimle ilgili yaptığı son derece haklı itiraza “hayır” cevabı verirken, laiklik kavramını da değiştirdi ve laikliği bile siyasal İslamın emrine sokacak şekilde “devlet, toplumun dini ihtiyaçlarının karşılanması konusunda kayıtsız değildir” yorumunu yaptı! Geçtiğimiz hafta sonu ise bir araya gelen Doğu ve Güneydoğu Baro Başkanları da yaptıkları toplantıda “Anayasa’da laikliğin değiştirilemez hüküm olmasına gerek yok” kararı almışlar! Bölgede kartlar yeniden karılırken bu gelişmeler karşısında şaşacak bir şey yok! Kaldı ki, AKP’de zaten Anayasa görüşmelerinde laiklik yaklaşımın değiştirilmesini istemişti…
Yani ortada sürpriz yok! Çünkü, bu ülke birbirinden garip “laiklik” açıklamaları ve “laikler” gördüğü için, laiklik kavramı da hep tartışılan bir kavram oldu. Bu yüzden de, bürokrasi, ordu ve burjuvazinin oluşturduğu Oligarşik devlet erki dışında bu kavrama sahip çıkan da olmadı. Oligarşi’yi oluşturanlar da bu kavramı yalnızca iktidarlarını yürütmek için kullandılar, asla içselleştirmediler. “Başı açık olma” hali de “mini etek giyme” de laik olmak olarak adlandırıldı…
Demirel gibi, Milliyetçi Cepheler kuran, imam hatipler açan, her fırsatta İslami referansları öne çıkaran 'bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz' diyen biri laik oldu! General Kenan Evren gibi, ordunun en tepesinde, en laik, en Atatürkçü gözüküp, helikopterlerden ayetler dağıtan, koltuğunun altında Kuran, konuşmalarında sureler okuyan, Alevi köylerine camiler yaptıran biri laik oldu! Turgut Özal gibi, 'modern' ve elinde viski bardaklı eşi ile tarikatları bütün kurumlarda meşrulaştıran biri laik oldu! Tansu Çiller gibi, görünüşü ile son derece modern, türbansız, üstelik sarışın ve güzel ama bir o kadar da şiddeti meşrulaştıracak kadar zalim, tarikatlarla ve aşiretlerle hep iç içe olan biri de laik oldu! Yalnızca Gül'e selam vermedi, soğuk davrandı, 'Cumhurbaşkanım' demedi diye dönemin Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt bile sıkı bir laik oldu!
Bütün bu ve benzeri kişiler zamanla laikliğin anlamının da, işlevinin de içini boşaltılar. Bunlar sanki bir danışıklı dövüş havasında, her laiklik lafı ettiklerinde ülkede “anti-laik” potansiyel büyüdü, Diyanet İşleri Başkanlığı devasa bir kuruma dönüştü. Hatta Diyanet, bugün 87 bine ulaşan cami sayısı bile yetersiz ilan edilecek duruma geldi. Hastaneden hapishaneye her yere cami, her yere mescit slogana dönüştürüldü! Eğitim-öğretim de dini eğitimin ağırlığı her seferinde daha da arttı, zorunlu din dersleri kaldırılacağına, “seçmeli ders” kandırmacasıyla din dersi sayısı birden 3’e 4’e çıktı! Ve kaçınılmaz son gerçekleşti: Siyasal İslam daha güçlendi ve arkasından da iktidara geldi!
* * *
Türkiye bu tür “laiklere ve laiklik yaklaşımlarına” tanık olurken, Şeri bir düzeni isteyen İslamcılar doğal olarak laikliğe karşı çıkıyorlar, yaptıkları eylemlerde “laiklik gidecek, şeriat gelecek” sloganları atıyorlardı. Bu son derece anlaşılır bir talepti, çünkü bir iktidar dini olarak kurgulanan İslamın, dünyevi alana da hükmetmesi için mutlaka devleti ele geçirmesi gerekiyordu. Devleti ele geçirmek ise laikliği yıkmaktan geçiyordu!
Alevilere gelince… Aleviler, adı olan ama günlük yaşamlarında hissetmedikleri bu kavramı “lafzi” düzeyde telaffuz etmenin ötesine hiçbir zaman geçemediler. Laiklik onlar için “sığınılacak bir liman” gibiydi. Ancak uzaktan görülen kara ile varılan karanın aynı olmadığını deneme yanılma yöntemi ile zaman içinde öğrendiler. Uğur Mumcu öldürüldüğünde “Mollalar İran’a” diye bağıran, ciğerlerini patlatma pahasına “Türkiye Laiktir laik kalacak” diye yeri göğü inleten Aleviler, bir 12 Eylül ürünü olan AKP iktidarı ile birlikte Türkiye’nin laik olmadığını gördüler.
* * *
AKP iktidarının 11. yılında, siyasal iklim tümüyle dine daha açıkçası “İslam Bayrağı”na göre şekillenmeye başladığı için şimdilerde laikliği savunmak CHP için bile neredeyse “utanılacak” bir kavrama dönüştü. Ülkeyi siyasal İslama teslim eden zihniyet laikliğin de maalesef “ayıplanacak” kavramlar arasına girmesini sağladı.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ve genel olarak dini, devletin kurumsal yapısı dışına taşımak, bütün inançlardan devlet desteğini tümüyle çekmek, inançları kendi bildikleri biçimiyle özgürleştirmek anlamına gelen laikliği yeniden yapılandıramadığımız sürece kim ne derse desin şu anki egemen din, yani Sünni İslam tereddütünüz olmasın çok daha güçlenir ve inanın bu “hayırlı” bir süreç olmaz!
saracnecdet@hotmail.com