Bizleri Gerçekten Rahatsız Eden Ne? Ya da Nedir?

……

Çirkin Cennet Olsa Girmem,

Kötü Cennet Olsa Girmem,

Asla Ona Meyil Vermem

Ya Alim, Ya Alim.

Bahçesinden Bir Gül Dermem

Alim Allah, Alim Allah

Ceddimiz Ali’den Kaldı,

Alim Allah, Alim Allah

(Seyyit Meftuni, Söy; Ali Temiz, Nevruziye  - Alim Allah)

 

Thomas Hobbes’e kadar modern devleti düşünmek adına görümünler sağlanmış olsa da, modern devletin egemen ve güç haklarıyla beraber “Bir” i somut olarak ortaya koymak mümkün olmamıştı.

Hobbes’i farklı kılan, iktidarın ilkesiyle, iktidarın kullanımını mutlak bir egemende yani tek elde birleştirerek, sınırsız ve bölünmemiş yetkilerle donatmasıdır. Kurgusunda doğal halde çatışma ve savaş halinde olan insanların bu durumdan çıkmak için toplum sözleşmesinin aracılığıyla iradesini yüksek “Bir” güce rızasını devretmesiyle kurumsallaşmış bir egemenliğin yani modern devletin sistematik olarak koymasıyla sistemleştirilmesidir.

Hobbes’in amacı yaşadığı dönem olarak İngiltere’nin iç savaşına yönelik çözüm bulmak değil, iç savaşı ortaya çıkaran nedenler üzerine yaklaşımlar ve çözümler bulmaktır. Bu anlamıyla ilerleyen dönemlerde daha kavramsallaştırılarak kurumsallaşmış siyasal iktidar kavramına ve farklı siyasal kuramlar içeriğinde geliştirilmiştir. Bugün günümüzde can alıcı sorunların kaynağı olarak duran ve yakıcı aynı zamanda yakan boyutlarıyla sanki ilk kez karşılaşıyormuşuz gibi toplumsal kesimlerden anlatımlar ve refleksler gelişmekte, maalesef çıkarım ve kulluk kaygılarından dolayı arzulanan demokratik çözümler dolaşıma sokulamamaktadır.

Hobbes’in devleti kurguladığı ve ona sınırsız egemen haklar verdiği birkaç nokta üzerinden giderek günümüzü okumaya çabalayacağız.

 Hobbes’in belirttiği gibi yargılama ve anlaşmazlıkları çözme hakkı “Tek Bir Kişi” olan siyasal iktidara vermekte, bütün barış ve savaş yapma hakkını yine egemen ve onun üzerinde oturan siyasal iktidara vermekte, orduyu kurma hakkı (Düzenleme ve dizayn etme hakkı olarak düşünebilinir vurgular bana ait), mal, mülk edinme veya cezalandırma, (vergilendirme bana ait), bedensel ceza vermek gibi vb. sıralanabilinir. Bunlar ilk elden egemenin ve onun kişiliği olan siyasal iktidarın bölünemez erkleridir.

Yukarıda Hobbes’in devlete ve onun “Tek Bir Kişiliği” olan siyasal iktidara atfettiği erki ve yetkilendirme alanını düşünün ev ardından Türkiye Cumhuriyeti’nde günümüze kadar gelerek bugün yaşadıklarımız arasında paradoksal bir bağlantı olup olmadığını düşünmelim. Egemene ve siyasal iktidara bunca aklı, ayakları, düşünme yetiyi, gözü kimin verdiği veya nasıl verdiği üzerine düşünmemiz gerekirken, bununla birlikte sonuçları üzerine de devleti eleştirilsel bir bakışla tamamen irdelenmesi gerekmektedir.

Türkiye Cumhuriyetini temsil ettiğini söyleyen siyasal iktidar kimin ne kadar cezalandırılacağına veyahut cezalandırılmayacağına, soruşturmaya sürecine dâhil olup olmayacağına kadar geniş bir alanı toplum yasası olarak nasıl diyazn ettiğini Türk siyasal tarihi yeterince kanıtlar vermektedir. Egemen aranırsa ipucu hazırdır. Mesela, yasa yapma hakkına sahip olması ve yaptığı yasaya bağlı olmamasıdır. Çünkü yasa onu bağlayan boyutta değildir. Çünkü kendi özgürlüğünden vazgeçen egemen ya da siyasal iktidar değildir. Özgürlüğünden vazgeçen insanlardır. Çünkü halkın iradesiyle, çoğunluğuyla, sandığıyla veyahut onları “temsil ediyoruz” uyla, referandumuyla veyahut sınırsızca kullandığı medya ve basın ağıyla yarattığı homojenliği veya öyle fetişleştirdiği alanı böyle sunmakta, hayal edilmesini istemektedir. Siyasal İktidar dayanak olarak buradan alan inşa etmektedir. Tabii ki bunu pozitif olarak kurgulayabilir, negatif olarakta kurgulayabilir. Bu egemenin kamusal alan söyleminde kurucu unsurun neyle örüldüğüyle ilgilidir. Örnek vermek gerekirse; Ergenekon Davası, 17 Aralık Yolsuzluk Davası, Susuzluk Davası, Deniz Feneri Davası, KCK Davası, Sivas Katliamı Davası, Gezi Direnişinde Katledilenlerin Davası vb. gibi ilk aklıma gelenleri sıralayabiliriz.

Egemen ve onun siyasal iktidarının kullandığı erklerden biride şiddeti kullanmada ki fütursuzluktur. Çünkü insanlar kendi güvenliği ve iç barışı için kendi rızalıklarıyla özgürlüklerinden vazgeçerken, bunu tek elde askeri bir boyutta egemene vermektedirler. Doğal haklardan biri olan insanın kendini korumak ve özgürlüğüne sahip çıkmak ilkesi baştan marjinal, birlik, beraberliği bozan ve bölen olarak kodlanmakta olduğundan kendi mutlak erkini sarsmakta ve devleti düşünmekte ki refleksleri devlet gibi düşünülmesini isteyerek katılaştırmaktadır. Devletin şiddet gövdesi, neyin barışın tahsisi, neyin barışın düşmanı veya hangi toplulukların ne kadar nereye kadar konuşacağına, basın açıklaması yapacağına, nerede, nasıl duracaklarına, nereden geçeceklerine kadar karar vermekte, bu yetmezmiş gibi düşüncelerinin ne olacağına, nasıl kitap basacaklarına kadar egemen ve tabii ki onun siyasal iktidarının vereceği teveccühlerdir. Çünkü % 50’ler veya devleti kuran kurucu unsurlar gücünü oradan alır.

Şimdi egemenin ve onun siyasal iktidarının bir başka yüzünü daha ortaya sermemiz gerekmektedir. İnsanların ortak iyiliği ve barışı için herkesin toplum sözleşmesi aracılığıyla rızalığı aldıktan sonra, o kişilerin hepsinin iradelerini “Bir” de toplamasıdır. Egemenin kendisini sürekliliğe kavuşturacak egemenliği için “Yurttaş” yaratımlarına ve inşasına ihtiyaç vardır. Bugün özellikle de farklı kaygılardan dolayı söylense de, hangi siyasal iktidar olursa olsun, devletin formel görüntüsü değişiyormuş gibi olsa da, devlet her zaman ki gibi akli ve “Bir”liği ile meydan da heybetli gösterimiyle alenenen durmaktadır. O yüzden Kemalizm kendisini bir din gibi kurarak kutsallaştırmıştır. O yüzden laikliği kendi anladığı gibi Sünniliğe yapılan bir operasyonla devletlû Sünnilik olarak inşa etmiştir. Bunun karşısında duran muhafazakâr kesim de Kemalizm’i dinsizlik olarak atfederek dinle barışık olmadıklarını söyleyerek Adnan Menderes’e, Özal ve Tayyip Erdoğan’a gönderme yaparak devletin dinle barıştıklarını betimleyerek esasında devletin muhtevası ile ilgili olarak delil sunarken aynı zamanda biçimlendirilmiş olan insanların “Yurttaşlık kisvesini ve Çeperini de” anlatmış oluyorlar.

Buna örnek vermek gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kuruluş dönemlerinde dine ve yurttaşa atfedilen biçim ile Adnan Menderes’le başlayan ve ardından 1980 Askeri Faşist Darbesiyle Özal tarafından biçimlenen ve AKP iktidar boyunca kurumsallaşan yurttaş karakteri, söylemi, düşüncesi ve dışa vurumu kendisi açıkça göstermektedir. Bunun yanında günah işleme özgürlüğü, paranın rasyonalitesi, her türlü insani değerlerin içi boşaltılarak artı değer kapsamında inşaat sektörünce “İyi Yaşam” çerçevesinde yozlaştırılması, eğitimin dinselleştirilerek gelecek anlamında kalıcı sağlanılması bakımından kurumsallaştırılması vb. gibi belli bir “Yurttaş” tipini devlet katında ve tabii ki siyasal iktidar katında meşru kılınarak en ücra yerlere kadar molekül olarak sirayet edilmektedir. Güneydoğu da yurtlar, özel okullar veya devlet okulları hepsi bunun bir mikro örnekleridir. Mesela bu arada homojelendirmek adına farklı toplumsal kesimlerden biri olan “Alevi Dedelerini” hac ve umreye götürmek veya “Mele” leri Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde kadro açarak stabilize ederek uyumlu hale getirmek istediğini belirtmek gereği dahi duymuyorum.

Sonuçta günümüzde karşılaştığımız ve esasında geçmişte de örnekleri gördüğümüz fakat siyasal ideolojilerimize uygun veya koşulların paradigmalarından dolayı görmezden geldiğimiz birçok sorun bilinmektedir. Bu sorunlarda insanlardan değil, devlette ve onun kişiselleşmiş olan siyasal iktidarından kaynaklanmaktadır. Devlet insanı karmaşık ve işin içinden çıkılmaz bir yapay cisim olarak kodlandığından ve aynı zamanda zamanla insan tarafından “İnsan İnsanın Kurdudur”diyen Hobbes’in sözünde olduğu gibi kanıksatarak can güvenliği, barış gibi terim ve kavramlar üzerinden giderek akli ile karar verdiğini içselleştirerek onaylattırmaktadır. Bunun devamı ise,“Yurttaş” tanımlarından, biçimlerinden, proto tipinden geçerek kurumsallaştırarak kendisi egemen olarak hiç ölmeyecekmiş gibi kurmaktadır.

İşte bizim hayretle izlediğimiz vah be Türkiye de neler oluyor dediğimiz hususlar kısaca devletten bakarak değil de, devlete bakarak güncel olaylarla tespit edebileceğimiz noktalar kadar yakındır. Bunu devletlû akli ve egemene sınırsız yetkiler vererek ve aynı zamanda kendisini dışarıda tutmaya izin veren anlayıştan bakarak demokratik olarak çözümlenmesi mümkün değildir. Başka bir ifadeyle“Bir” icik tutan erk anlayışını bulunduğumuz siyasal ideolojilere göre değil, yaşacağımız farklılıklarla bütünlüğe göre inşa edilmesi gerektiği tez elden unutulmamsı ve hatırlanması gereken elzem olması zorunludur.. Hiçbir şiddet, yasa, eylem ve müdahalede siyasal iktidar kendisini sınırsız ve muaf saymayacak inşalara ihtiyaç vardır.

İşte bizlerin bu noktadan itibaren sanki her şeyi ilk kez duyuyormuş gibi yaparak vallahi bu kadar da olmamıştı? Diyerek esasında siyasal iktidar ve kendimizi aklayan pragmatist dilden kaçınmalıyız.

Bu noktadan sonra artık kendimize sormamız gereken soru şu olması gerekmektedir? Bizi gerçekten rahatsız eden ne?

Aşkla

Hüseyin Dede