Bir parti kursaydım eğer...

“Bir parti kursaydım” sözün gelişi. Parti tek başına kurulmaz. Parti kadro işidir. Amacım, özlediğim bir partinin özelliklerini açıklamaktır. Ben bir parti kursaydım, bunu önce yakın arkadaşlarıma açar, onlarla bir ilkeler demeti hazırlar, sonra bunu ülke çapında en az altı ay tartışmaya açardım. Böylece parti hem tepeden tabana, hem de tabandan tepeye doğru bir seyir izleyerek kurulmuş olurdu. Her zaman halkın sağduyusuna güvenirdim. Kurucu listesine alacağım kişiler arasında halkçı aydınlar, öğretmenler, avukatlar, yazarlar, sanatçıların yanında işçilerden, köylülerden, gençlerden ve ülkenin çeşitli bölgelerinden temsilciler olurdu. Kadın sayısına özel bir önem verirdim. Benim kuracağım partinin adı Halkın Partisi olurdu. Şimdi halkın büyük çoğunluğunu halkçı bir parti çatısı altında derleyip toparlamanın zamanıdır. Ona Komünist, Sosyalist, İşçi, Köylü, Sol, Devrimci, Emekçi, Radikal gibi adlar vermezdim. Çünkü “Halk” sözcüğü, bu kavramların çoğunu kapsamaya elverişlidir. Öte yandan Türkiye halkının ancak yüzde 15-20’sinin kendini “sol” kabul ettiğini göz önünde bulundurursak değil sol adının, komünist ve sosyalist adını taşıyan bir partinin çoğunluk tarafından benimsenmesi kolay değildir. Böyle adlar, geçen yüzyılda devrimci partileri için geçerliydi. O yüzyılda, Sovyet, Çin, Vietnam, Kore, Küba gibi devrimlerde bu ad benimsenmiştir. O ülkelerde sosyalizm, komünizm gibi kavramlar Türkiye’de olduğu kadar korkulacak bir şey haline getirilememişti. Dahası Türkiye uzun bir süredir devrim koşullarını yaşamıyor. Benim partimin hedefi, işçiden millî sanayiciye kadar geniş bir halk kitlesinin ortak iktidarını hedeflerdi. Ülkeye işbirlikçilerin ve soyguncuların hâkim olduğu bir dönemde halk sınıflarının çıkarları uzlaşabilir. Ancak bu iktidarın kurulması sürecinde emekçilerin çıkarlarına öncelik verir ve onların iktidarın ele geçirilmesi sürecinde öncü yapmaya çalışırdım. Partinin programında üç ana noktaya vurgu yapardım: a) Ekonomiyi geliştirerek toplam millî geliri artırmak ve halkın refahını yükseltmeye öncelik vermek. b) Halk sınıflarının söz, örgütlenme özgürlüklerini ve onların güvenliğini güvence altına almak. c) Bütün devletlerle ve milletlerle barış içinde yaşamak. Ülkede Türkçeden başka diller konuşan toplulukların da Türk olduğunu ileri sürmez, herkes kendisini ne sayıyorsa bunun makbul olduğunu belirtirdim. İki taraf milliyetçiliği ile de mücadele eder, fakat asıl eleştirimi hâkim millet milliyetçiliğine yöneltirdim. Ulusların kendi kaderlerini tayin ilkesine bağlı kalır, kimlik taleplerini bölücülük olarak suçlamazdım. Türklerle Kürtlerin aynı devlet çatısı altında birlikte yaşamasını ister, bu birlikteliğin zorla değil, gönüllü rıza ile gerçekleşmesi için gerekli çalışmaları yapardım. Benim partim, Türkiye’de halkın çoğunluğunun Müslüman olduğunu, Müslümanlık algısında çeşitlilik bulunduğunu, farklı mezhepler ve az da olsa başka dinlerden insanların yaşadığını hesaba katarak devletin iş ve işlemlerinde bunların tümüme eşit uzaklıkta bulunur, hiç kimsenin inancına, ibadetine, kılık ve kıyafetine, ibadethanesine karışmazdı. Kamu hizmetlerinde bunlar arasında hiçbir ayırım yapmaz, okullarda bilimsel bir eğitim uygulardı. Özel okulları kaldırır, bütün öğrencilere halk okullarında eşit, parasız bir eğitimi savunurdu. Tarihe bakışta burjuva, feodal bakış açılarını esaslı bir eleştiriye tabi tutar, halk kitlelerinin özgürlük mücadelesini esas alan bir tarih yazardım. Halkın Partisi mensupları her zaman ve her yerde halka gerçekleri söylerdi. Demagoji ile halkı aldatmaya karşı çıkardı. Halkın “Bu partinin mensupları her zaman doğruyu konuşur” demelerini sağlardım. Çünkü gerçekler, doğrular daima halkın yararınadır. Partiyi mahallelerden, iş yerlerinden başlayarak örgütlerdim. Parti organlarının ve Meclis adaylarının seçiminde yalnız partililerin değil, parti üyesi olmayanların bile görüşlerini alırdım. Parti ve devlet organlarının en alt birimden başlayarak denetlenmesini sağlardım. Parti yöneticilerinin halkın içinde oturmasını, halkın çoğunluğu gibi yiyip içmelerini, onlar gibi giyinmelerini isterdim. Başı örtülü kadınları esir, mini eteklileri özgür saymaz, bunların nihayet bir kültür ve moda olduğunu söylerdim. Sık sık her sınıftan ve kültürden halkın arasına girer, onlarla konuşur, yaşam koşullarını ve isteklerini öğrenmeye çalışırdım. Milletvekillerinin de günlük kıyafetleriyle Meclis’te çalışabilmelerini savunurdum. Profesyonel milletvekilliğini ve onların ayrıcalıklarını kaldırarak bu mesleği para gücüne bağımlı olmaktan çıkarırdım. Türkiye’nin başka ülkelerin siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel bağımlılığına karşı mücadele ederdim. Batı taklitçiliğinden uzak dururdum. Yabancı dil öğretimini özendirir ancak yabancı dille öğretime son verirdim. Resmî dilin ve Türkiye halkının konuştuğu dillerin, halk kültürünün geliştirilmesine çalışırdım. Okul müdürlerinden, komutanlardan başlayarak bütün yönetici görevlerin seçimle işbaşına gelmesini ve bunların istenildiği zaman seçenler tarafından görevden alınmalarını öngören bir sistem getirirdim. Ordu gibi çeşitli kurumlara imtiyazlar tanımaz, bu meslek mensuplarının da halk gibi yaşamalarını isterdim. Yargıya jüri sistemini katarak mahkemeleri birer “Halk Mahkemesi” haline getirirdim. Doktorların özel muayenehane açmalarına izin vermez, bütün sağlık personelinin devlet hastanelerinde hizmet etmelerini sağlardım. En iyi tıp hizmetlerine parası olanların erişmesini önleyerek bu hizmetleri herkes için eşit kılardım. Bir parti kursaydım eğer, onun belli başlı özellikleri bunlar olurdu. Hiç de fena olmazdı hani…