* Bir Derdim Var… Bin Dermana Değişmem…

Geldi bizim ele sevdi sevişti

Al kadeh ver kadeh doldurdu içti
Sadık yarim diye yeminler içti
Özü çürük imiş duyduk sonradan


           (Pirim Sulatınım Abdalım, Geldim Şu Akemi Islah Edeyim)


Alevi yapılarının kendilerini örgüt veya bunun biraz daha ileriye taşıyarak örgütlenme bağını taşıma bakımından örgütlülükle mi anılması mı? Veyahut resmi söylemle ya da kamusal söylemle dernekçilikle mi anılması nı? Bu ikisi arasında çıkmazdalar. Bu durumun Aleviler içinde geçerli olduğunu var saymaktayım. Alevilerin ve yapılarının da her ikisi arasında ki farkı pek bildiğini, düşündüklerini, buna dönük bilinçlenme içinde olduklarını zannetmiyorum…


Anılmaktan da daha korkar olduğunu biliyoruz. Hele bunu Alevilerin eşitlik, demokratik hak taleplerinin vurucu öncüsü olarak düşündüğümüz yapıların dilsizliğini de eklediğimizde maalesef korku duvarların içinde katılaşmaya yüz tutan bir topluluk – arkaik birikimi, bilinçliliği hoyratça yitirildiğinin buhranı içinde olduğunu dahi söyleyebiliriz.


İlk önce Alevi yapıların kendilerini örgüt mü? Dernek mi? Olarak düşünecekler onu su üstüne çıkarmaları için siyasal, politik bir dönem girmeleri gereklidir (Bu farklı bir yazıyı oluşturmaktadır). Alevilerin de dernekle, örgüt ve örgütlülük arasında ki örgütlenme farkını bilerek düşünme şekillerini özgürleştirmeleri gerekmektedir. Ki siyaset ve siyasalı algılamada ve pratik alana taşıma da dahi önemli olacaktır. Çünkü altta anlatmaya çabalayacağımız gibi devlet, iktidar ve devletle hemhal olmuş reel siyaset yapılarının yurttaşı şekillendirmede ki baskısını çözmek, ona dönük olarak alternatif düşünme biçimleri geliştirmek için kolektif bir örgütlülük geliştirmek içindir. Aynı zamanda bellek, dil ve birikimle bütünleştirerek toplumsallaşmaya hizmet etmesi adına da çalışmasıdır.


 Alevi yapılarının da bu durumu algılaması konusunda fersah fersah uzak olduğu kanısımdayım. Çünkü amaçlarının, hedeflerinin, mücadelelerinin içinde bunların olduğunu düşünmüyorum….


Nedeni kısaca altta vereceğim….


1980 Askeri faşist darbesiyle yavaş  yavaş yeni yurttaş tipine yönelik girişimleri için Alevilere ve bütün topluluklara dönük, muhalif karakterini budama, homojelendirme projesine dâhil etme adına en aykırı uygulamaları bile normale çevirecek yapıları oluşturması adına  kimlik kurumlarını ortaya çıkardı.(Tarihsel olarak buna uygun şartlar var mıdır? Yok mudur? Veyahut sınıf mücadelesi artık yeterli çözümü sunmuyor gibi farklı konu başlıklarına girmiyorum)  Bunu bazen sol görünümlü olarak çıkardı. Bazen de milliyetçi, Kemalist görünümüyle çıkardı. Ortak olan nokta kaynakların hepsi “Tapılacak Tek Tanrı “ olan devleti biricikleştirmeye yönelik olmasıdır.


İşte bu tapınçın en önemli kalesi ise devlet gibi düşünen reel siyaset araçlarıdır. Alevi kurumları oluşmaya başladıkça Alevilerin resmi söylemle, düşünme biçimiyle bağlarının kopmamasına, cumhuriyetin kuruluşundan beri sıkça yapılmasına rağmen kısmi sonuç alınan homojelendirmenin devamına,  bellek kayıplarına kadar maddelendirebileceğimiz her döneme uygun yurttaş tipi için ikili seçenekleri var ederek o kıskaçtan Alevilerin özgürleşmesine hiçbir zaman alan tanımadı. Bunu bazen, Dersim’de, bazen Koçgri’de, bazen Maraş’ta,  Çorum’da, Sivas’ta hep uyguladı…


Bunların üzerine kişisel her edinme, görünme, önemli bir yer tutma, rantsal çıkarım elde etme gibi farklı kalemlerde toparlayabileceğimiz başlıklarda bulunmaktadır.


Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle politik, siyasal olmasa da niceliksel olarak kayan Alevi oylarının durumuna yönelik olarak hamleler, girişimler yapmakta olduğunu görmekteyiz.


Fakat bu girişimler ne tuhaftır. Reel siyaset araçlarının kendisinden ziyade Alevi örgütlerinin her hücresinde irili ufaklı, büyüklü, küçüklü, genel merkezli, şube başkanlı olarak katılım sergileyenlerden, aktör olan kişilerden gelmesidir. Maalesef ki bu kadroların hepsi Alevilerin, ezilenlerin, ayrımcılığa uğrayanların taleplerini dillendirmek için örgütlerin her kademesine seçilmek için aday olmuşlar Aday oldukları yetmezmiş gibi genel ve yerel iktidar tipi oyunlardan da geri kalmamışlar. Nihayetinde seçilince büyüklerinden öğrendikleri gibi sabah “akşam sabah yatarım, biatımı veririm” mantığıyla hareket ederek yıllarca Alevilerin Türkiye’nin kıyı şeridini oluşturmasını sağlamak adına hiçbir beis görmemeleridir. Kaygı olan husus ise, bu kadrolarının derdinin Alevilik olmadığı, eşitsiz uygulamalara maruz kalan topluluğuna öncü olacak bedel ve hamlelerin içinde kendisini görmemesidir.


Alevi yapılarının neden alternatif oluşturmadığı veyahut oluşturamayacağı buradan bellidir. Çünkü oraya gelene kadar epeyce parti genel merkez, il ve ilçe ziyaretleri yapılmış ve devşirilecek güçle seçim-ler kazanılmış / kazanılacaktır. Ve her defasında parti-ler sıkıştığında bu eller sola, bekçiliğe, kurucu unsura veya şeriat gelecek’e çevrilecektir.


En önemli soru da burada kilitlenmektedir. Neden Aleviler ötekileştirilen bir topluluk olarak toplumsallaşma adına ortaya koyacağı arkaik bilgiye, belleğe, deneyime sahipken günden güne erimekte, reflekssizleşmekte, onotom kalmaktadır. En üzüntü veren nokta ise, Alevi oldukça devletleşmekte, Alevi oldukça partileşmektedir. Ama maalesef talip olamamakta, Baba İshak yareni olamamakta Hürr’ün yoldaşı olamamaktadır.  


Şimdi….


Benim merak ettiğim soru şu! çamurun dibine kadar battığımız bu devletlu katranında kişisel ikballeri önceden pazarlıklar sonucunda oluşturulmuş kadrolarla mı Alevilerin siyaset ve siyasal birikimi artacak?


Aynı bu bataklığın dibine kadar içselleştirmiş kadroların çeperinde mi ayrımcılığa karşı, kadın şiddetine karşı, homofobiye karşı, halkların ayrıştırılmasına karşı,  milliyetçiliğe karşı,  belli bir yurttaş tipine göre oluşturulan kamusal alana karşı mücadele edilecek?


 


Aşk-ı Muhabbetle


 


Hüseyin Dede


* Şah Hatayi’nin nefesi