Bir süredir siyasi arenada sanki yalnızca iki parti vardı. Biri AKP, diğeri de BDP ya da daha doğru bir ifadeyle PKK. Meclis’te grubu bulunan diğer partilerden MHP, bilindiği gibi varoluş mantığına da uygun olarak yalnızca “vur de vuralım, öl de ölelim” diyordu. “Ana muhalefet partisi” olan CHP ise topa girmekten imtina eden bir havadaydı. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, dün önemli bir hamle yaparak topa girdi ve 16 maddelik bir “Demokrasi Paketi” açıkladı ve arkasından da “eğer samimiyseniz buyurun birlikte yapalım” dedi. Bu çok iyi oldu.
Çünkü ortadaki sorun; tek başına, nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan bir barış sorunu değildi. Kuşkusuz barış son derece önemliydi. Hayatiydi. Kanın durması, gözyaşının dinmesi her şeyden önemliydi… Ancak eğer barış bir demokrasi ve toplumsal uzlaşma üzerinde yükselmez de, yalnızca Başbakan Erdoğan’ın “bana güvenin” sözü üzerinden yürürse duvara toslama ihtimalinin, ihtimalin ötesinde olacağı kesin gözüküyordu.
Hele hele barış, gerek Erdoğan’ın, gerekse de Öcalan’ın ortak vurgusuna dönüşen “bin yıllık İslam kardeşliği” yalanı üzerinden inşa edilmeye çalışıldığında da böyle bir “barışın” yürümeyeceği kesin gözüküyordu… Nitekim dün Diyarbakır’da yapılan operasyon bu tezin hiç de hafife alınmayacağını açıkça gösterdi. Her ne kadar, Diyarbakır Valisi ve Emniyet Müdürü, “bu operasyonun ‘çözüm süreci ile de BDP’lilere ilgisi yok” diye açıklama yapsalar da, Selahattin Demirtaş BDP Grubu’nda yaptığı konuşmada bu operasyonu da “BDP’nin altını boşaltmayı hedefleyen soykırım operasyonlarının bir devamı” olarak nitelendiriyordu.
***
Demokrasi, güçler dengesine göre şekillenir. Güçler eşitse veya eşite yakınsa demokrasi olur, uzlaşma olur. Tersi bir durumdan demokrasi çıkmaz. Demokrasi olmayınca barış da olmaz! Tıpkı bugün olduğu gibi.
Kılıçdaroğlu dünkü konuşmasında bunu çok güzel formüle etti: “Barışın üç ayağı vardır. Birisi hukuk devleti ve demokrasidir. İkinci ayak insan hakları ve özgürlüklerdir. İnsan haklarının sınırlandığı bir yerde barıştan demokrasiden söz edemezsiniz. Üçüncü önemli ayak, toplumsal uzlaşmadır. Demokrasinin kendisi bir uzlaşmadır zaten.”
Bu formülü sunan Kılıçdaroğlu, bu yaklaşımına uygun olarak dün nihayet “topa girdi” ve bir “demokrasi paketi” sundu. Derli toplu ve demokrasi lehine çözümleyici olabilecek 16 maddelik bu pakette özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasından inanç özgürlüğüne kadar önemli birçok başlık yer aldı:
“Özel Yetkili Mahkemeleri, sonuçlarıyla birlikte kaldıralım. Hukuku, keyfi uygulamalardan kurtaralım. Gizli tanık, gizli takip gibi uygulamalardan vazgeçelim. Terör suçunu yeniden tanımlayalım. Kalemle, silahı ayıralım. Önceden özel bir izin almadan, silahsız ve saldırısız, toplantı ve gösteri düzenlenebilsin. Üniversite öğrencilerini tutuklama ayıbından kurtulalım. Siyasal Partiler Yasası’nı değiştirelim. Lider sultasına son verelim. Yeni cezaevleri kurmak yerine, örneğin Diyarbakır Cezaevi’ni demokrasi ve insan hakları müzesi yapalım. Uludere’de 34 kişiyi kimin katlettiğini birlikte bulalım, ülkeyi bir demokrasi ayıbından birlikte kurtaralım. Seçim barajını yüzde 1 ile 5 arasında bir orana düşürelim, hatta kaldıralım. Herkesin inancına saygı gösterelim, kim nerede ibadet etmek istiyorsa, orada ibadet etmesine olanak sağlayalım. Nevruz, Anadolu’nun geleneksel bayramıdır. Kutlanmasını kimsenin keyfine bırakmayalım. Gelin Nevruz’u bayram ilan edelim. Medya üzerindeki baskıları kaldıralım, medyayı özgürleştirelim.”
***
Bu önerilerle ilgili, dil, kurgu, sunum, eksik başlıklar gibi birçok şey konuşulabilir. Bunların hepsi mümkün ve bu eksikliklerin giderilmesi de… Eksiklikleri bir kenara bırakarak bu pakete baktığımızda, paketin asıl önemi şurada: Türkiye’de hayatın normalleşmesi, demokrasinin yeniden şekillenmesi, devletin demokratikleşmesi, etnik ya da dini kimlik sorunlarının çözülmesinin iradesi AKP’ye bırakılamaz. Kaldı ki; AKP, bu ülkeye istese de demokrasi getirmez! Çünkü deneyler göstermiştir ki; Siyasal İslam’dan demokrasi çıkmaz! AKP’nin “İslam şemsiyesi” altında Kürt muhalefet hareketine “barış” önermesi de asla “eşitlik, adalet ve demokrasi” anlamına gelmez. Eşitlik, adalet ve demokrasi anlamında mutabakat ve çözüm ancak AKP ve BDP dışında, onları da sürecin içine dahil edecek ve cephesi sola, insan haklarına, demokrasiye dönük bir üçüncü gücün devreye girmesiyle mümkün olur. İşte o zaman ülkede “dengeler” oluşur, demokrasi ve barış süreci başlar… Dün bu konuda CHP önemli bir adım attı, umarım gerisi gelir.