Ağır ve iddialı eleştirilerle CHP’den ayrılıp dün AKP’ye geçen Adıyaman Milletvekili Salih Fırat, AKP’nin siyasi teslim alma sürecinde nerelere geldiğini de açıkça gösteriyor. “Milliyetçiliğe tavır aldım, bu nedenle istifa ettim” diyen Fırat BDP’ye geçseydi belki anlamak mümkün olurdu. Ancak, Fırat’ın AKP’ye geçmesi, bir boyutuyla işin dramatik yanını, diğer boyutuyla “klasik” Türkiye gerçeğini; Yani ilkenin, politik tercihin, ideallerin ne kadar yalan olduğunu ve yerlerde süründüğünü gösteriyor!
Türkiye’de ilkeler, politik tercihler, idealler yalan ama etnik ve dinsel kimlik bir gerçek. “AK Parti'ye geçişimde, çözüm süreci ve Başbakan Erdoğan'ın tutumu etkili oldu” diyen Fırat’ın Erdoğan’daki olumlu yanı keşfetmesinde Kürt kimliği mi, Sünni kimliği mi, ya da başka çıkar ilişkileri mi etkili oldu bilinmez ama bilinen bir şey var; Adıyaman’da Alevi oylarıyla seçilen Fırat, kendisine destek veren Alevi seçmenine ihanet etmiştir. Bunun için “ne demek, nasıl yani” diye sormaya da hiç gerek yok! Çünkü utanılmasa “barışın ve özgürlüğün” timsali ilan edilecek Erdoğan’ın Alevilere yönelik söylemleri ve eylemleri bu soruların somut cevabı olarak orta yerde duruyor!
* * *
AKP’nin dün kendisine benzemeyenleri, bugün hızla teslim almaya başladığını yalnızca Salih Fırat’ta görmüyoruz. Kürt hareketinde bu “kayıtsız, koşulsuz” teslim olma süreci yaşanacağa benziyor. Arkasından da adı ne olursa olsun “siyasi genel af” söylemleri sonucu sıranın “askerlere” geleceği de kesin gözüküyor. AKP, önce cezalandırıyor, sonra da teslim alıyor. Aleviler ve Cumhuriyet ilişkisinde sabah akşam Alevilere “Stockholm Sendromu”nu hatırlatanlara duyurulur!
Çünkü süreç öyle bir noktaya geldi ki, sanki barış istemek neredeyse adalet istemini, özgürlük talebini unutmayı zorunlu kılıyor! Başkanlık planları ile İmralı süreci ve “barış” üst üste oturuyor… İmralı görüşmeleri öncesi başkanlık sistemine karşı çıkan BDP’nin, görüşmeler sonucu “Türk usulü başkanlık sistemine” sıcak bakması hayra alamet değil! Henüz daha ne olacağı bile belirsiz olan bir süreçte yalnızca adı telaffuz edilen “barış” karşılığında İslami bir diktatörlüğe “evet” demek çok acı verici olur! Bu konuda hiç kimse dikkate alınmayacaksa bile Prof. Ergun Özbudun’un, “bu senaryo, bugünkü mevcut demokrasiyi bile daha geriletir” şeklindeki uyarısı mutlaka dikkate alınmalıdır.
* * *
“Yetmez ama Evet”e mahkûm olmamanın yolu, yalnızca itiraz etmekten, eleştirmekten değil, Türkiye’nin karşısına eli yüzü düzgün bir “Demokrasi Programı” ile çıkmaktan geçiyor. Böyle bir “Demokrasi Programı” CHP de dahil olmak üzere, solun bütünün de “iç tartışmalar”ının” önüne geçer. Ortak bir dil ve söylem birliği sağlar. Arkasından da, demokrasi lehine değişim ve dönüşüm isteyen bütün güçlerin, solcuların, sosyalistlerin, adalet ve demokrasi arayıcılarının, Kürtlerin, Türklerin, Alevilerin üzerinde anlaştığı ortak bir platforma çok rahat dönüşebilir. Bu nedenle bugün politik bir tercih yapma zamanıdır. Politik tercih yapmak için de dünle bugün arasına sıkışmaktan kurtulmalıyız. Duygularımızla, mantığımızı birbirine karıştırmaktan vazgeçmeliyiz.
Risk almadan, kendi çözüm önerilerimizi söylemeden, yalnızca mevcudu eleştirerek yol alınamadığını, “kokan ve bulaşan” bir politik hat olmayınca renksiz bir politik söylemin “iktidar blokunda” yaşanan çatışmaları bile derinleştiremediğini görüyoruz, hatta “risksiz ve renksizlik” üzerine kurulu politikaların AKP’yi güçlendirdiğini yaşayarak görüyoruz.
Hukuksuzluğun zirve yaptığı Ergenekon davasındaki savcı mütalaasından sonra bir kez daha görüldü ki; demokrasi derdi olanların bir adım öne çıkması büyük bir zorunluluk. Ben “sosyal demokrat bir partiyim” diyen parti çözümden yana olur. Solcular çözümden yana olur. Sosyal demokrat bir parti “savaşa devam” diyemez. Bu, bütün dünyada böyle olmuştur. İrlanda’da İRA ile İspanya’da ETA ile Kolombiya’da FARC ile masaya oturmayı ve barışçıl çözümü isteyenler hep solcular olmuştur.
Cemaatin ve ümmetin her gün biraz daha öne çıktığı bir ülkede neredeyse “öteki” hale getirilen Türkler başta olmak üzere “bütün ötekiler” çözümden yana olmalıdır. Cumhuriyet güçleri, solcular, sosyalistler… “Yeni bir Türkiye” ancak böyle kurulur!