Kendi milletvekiline bile danışmadan, kamuoyundan gizleyerek, tek adam olarak açıkladığın paketin adı “Demokrasi Paketi” olursa, ortaya çıkan sonuç da böyle olur! AKP bir kez daha geçmişteki “açılım paketlerindeki” gibi yaptı. Büyük gürültü kopararak ‘Türkiye’nin en büyük demokratik açılımı’ dediği paketten, işin doğrusu kendi tabanına türban, BDP dışındaki Kürtlere yalnızca ‘selam’ çıkarken, Alevilere hiçbir şey çıkmadı! İşin ilginci, bu durum bir tek Alevi tarafından ‘sürpriz’ olarak değerlendirilmedi. AKP’li Aleviler bile, ortaya çıkan sonuçtan dolayı mutsuz olduklarını itiraf etmek zorunda kaldılar!
Aleviler AKP’den kendilerine yar olmayacağını biliyorlar ama AKP de Alevilerden kendilerine yar olmayacağını iyi biliyor! Yoruma gerek yok, sonuçlar ortada: 2010 Anayasa Referandumu’nda Alevilerin yoğun yaşadığı yerlerde ‘hayır’ oranı yüzde 97 oldu. 2011 seçimlerinde de Alevilerden AKP’ye giden toplam oy yüzde 1-2’yi geçmedi. Birinci ya da ikinci ‘Alevi Açılımı’na kanan ya da umut besleyen Alevinin sayısı da üçü beşi geçmedi! AKP bu sonuçları herkesten iyi bildiği için Alevilerden vazgeçmiş durumda. Devletin bütün olanaklarını kullanarak bile ‘kendi Alevisini’ yaratamıyor. Bütün gel-gitlerine, sıkıntılarına rağmen, Aleviler iktidardaki AKP’nin çeşmesinden altın aksa bile, şapkalarını o çeşmenin altına tutmak istemiyor!
Diğer yandan İslam, zaman zaman etnik kimlikleri ‘İslam Ümmeti’ veya ‘Anasır-ı İslam’ diye ortak bir havuzda toplasa bile, Alevileri asla bu havuzda görmüyor. Takiye, yalan, yumuşak sözler, bu gerçeği gözler saklamaya yetmiyor. Kamuoyu, Cam-Cemevi tartışmalarında hep “Aleviler ne diyor” diye baktı. “Sünni ulema bu konuda ne diyor” diye, pek kimse dönüp bakmadı. Oraya biraz bakılsa, aslında Aleviliğin inançsal bir kimlik, Cemevlerinin de ibadethane olarak kabul edilmesinin hiç de sanıldığı gibi ‘küçük bir hamleyle halledilebilecek bir mesele’ olmadığını açıkça görecekler. Ne demek istiyorum, daha açık yazayım;
Birincisi: Diyanet İşleri Başkanlığı, Aleviliği ayrı bir inanç, Cemevini de bir ibadethane olarak tanımıyor. Diyanet, Aleviliği ‘ayrı, kendine özgü bir inanç’ olarak tanımadığı sürece, iktidara kim gelirse gelsin, devletin Alevilerle ilgili görüşü asla değişmez!
İkincisi: Sünni ulema, Alevilik meselesinde çok net. Takiye yapmayan ‘İslam alimleri’ Aleviliği İslam şemsiyesi içinde görmediği gibi, Cemevini de, bırakın ibadethaneyi, ‘kültür merkezi’ olarak bile görmüyor! Örnek mi? Osmanlı Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Ahmet Akgündüz çok açık yazıyor: “İster Sünni ve isterse her iki gruptan Aleviler iddia etsinler; Cemevleri dini ıstılah olarak mabed yahut kanunlarda geçtiği şeklinde ibadethane kabul edilemez. Diyalog adına dinden taviz verilmez.”
Bu iki temel yaklaşımdan dolayı, kamuoyundaki genel ezberin aksine, Cemevi sorunu asla çok kolay çözülebilecek bir sorun değildir. Sistemin yapısı değişmediği sürece, bu ülkede Alevileri de, Cemevini de, ne bu hükümet, ne de bir başka hükümet tanıyabilir. Çünkü bu, bir hükümet meselesinin de çok ötesinde, bir sistem sorunudur. Cemevi bir ibadethane olarak kabul edildiğinde sistemin DNA’sı da değişir. Çünkü, bizim ülkemizdeki sistem; dün de, bugün de ‘tek bir inanç’ üzerine kurulmuştur. Eğer inançlar arasında eşitlik olursa, Alevi - Sünni eşit olursa, karar mekanizmalarında da, devletin ve kamunun her türlü olanağının paylaşımında da, ‘Alevi - Sünni eşitliği’ ortaya çıkar, ‘iktidarı paylaşmak’ zorunlu hale gelir. Bu yüzden, ısrarla bundan uzak durulur. Bu yüzden, Cemevine ‘ibadethane’ dememek için kırk dereden su getirilir. ‘Tekke ve Zaviyeler Kanunu’ bunun için her zaman iyi bir ‘gerekçe’ olur. Alevinin adı ve sorunlarının çözümü de, hep bir sonraki bahara kalır!
Aleviler bu paketlerden bir şey çıkmayacağını çok iyi anladığı için, şimdi yeni bir söylem geliştiriyorlar: “Demokrasinin yolu, AKP’yi paketlemekten geçer”. Ne dersiniz?