2) Alevilerin taleplerinin karşılanması için öncelikle ciddi bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç vardır. Çünkü bu “sorun” yeni değildir ve mevcut haliyle bu toprakların en az 500 yıllık bir sorundur! 1500’lü yıllarda Yavuz Selim’le birlikte bu toprakların dokusu değiştirilmiştir. Bu anlamıyla, Alevi sorununu çözmek, tek başına iyi niyetli yaklaşımlarla, güzel laflarla mümkün olmaz, istense de olamaz; Gerçeklerle yüzleşmekle ve en önemlisi de zihniyeti değiştirmekle mümkün olur! Bunun yolu da, öncelikle sistemin “ev sahibi-misafir” yaklaşımını terk etmesinden, hukukta, eğitimde, siyasette ve medya da çifte standarttan vazgeçmesinden geçer…
3) Türkiye’de sistem, “eşit yurttaşlık” kavramını kitaplardan çıkartıp, sokağa taşıyabilse, din devletin kurumsal yapısı dışına taşınsa, laiklik hayat bulsa, orta yerde “Alevi sorunu” diye de, “Kürt sorunu” diye de bir sorun kalmaz. Bütün talepler çorap söküğü gibi bir biri ardına karşılık bulur. Hayat normalleşir… Günlük siyasi dil, nefret dili olmaktan çıkar. Kılıçdaroğlu Alevi, Demirtaş Zaza, İhsanoğlu yabancı, 14 yaşındaki Berkin terörist olmaktan kurtulur! Erdoğan’da Sünni olmaktan!
4) Bu temel adımlar (eşit yurttaşlık, laiklik gibi) atılmadığı sürece konu hep gündeme gelir ve yeniden gitmek zorunda kalır! Çünkü sisteme akıl veren “Sünni Ulema” ve sistemin “doğallaşmış gibi duran refleksi” esas itibariyle Alevileri dinden çıkmış sapkın insanlar, Aleviliği de sapkın bir inanç olarak görmektedir. Çünkü “Sünni aklın” kafasındaki Alevi sorunu esas itibariye “Alevileri imana getirme” Sünnileşmiş bir Alevi yaratma sorundur!
Daha düne kadar, dün dediğim de yalnızca 500-600 yıl öncesi değildir, gerçekten “dün”dür; 1966 Ortaca’dır, 1971 Kırıkhan’dır, 1978 Maraş’tır, 1993 Sivas’tır. Oralarda Aleviler sapkın bir mezhep olarak görülmüştür. Kapılarının önünden geçilmesi de, kestiklerinin yenmesi de haram olarak görüldüğü için, katledilmeleri de helal görülmüştür! Tıpkı bugün IŞİD eliyle Irak’ta ya da Suriye’de olduğu gibi… “Gönüllerdeki” bu yaklaşımı “bir çırpıda” değiştirmek kuşkusuz kolay değildir… “Kolay olmadığı” için AKP kendisine göre bütün suç CHP’de olduğu için “Dersim modern Kerbela’dır” diyebilmekte ama benzer bir yaklaşımı aynı açıklıkla Maraş için Çorum için söylemekten bilinçli olarak kaçınmaktadır!
AKP’nin bütün bu manevralarına rağmen Alevilerin “AKPlileşmemesinin”, Sünnileştirilmiş dar kalıplara girmemesinin ve AKP’nin Dersim üzerinden Cumhuriyetle hesaplaşmasına izin vermemesinin de asıl nedeni bu çıplak gerçekte yatmaktadır.
5) AKP ve dolayısıyla siyasal İslam “Sünnileştirilmiş bir Alevilik” yaratma sevdasından vazgeçmediği ya da iktidardan gitmediği sürece genel ezbere ya da beklentiye rağmen “Alevi sorunu” çözülemez.
Çünkü adına ister “devlet aklı”, isterseniz “Sünni aklı” deyin, Osmanlı’dan bu yana bütün siyasal iktidarlar Alevilere ilişkin politika üretirken, teolojik referansları hep Sünnilik olmuş, her daim Aleviliği Sünniliğe benzetmeye çalışmışlardır. Siyasal, sosyolojik ve hukuki gerçekler asla dikkate alınmamış, bu gerçekler bugün olduğu gibi sürekli inkar edilmiş, gerçeklerin yalnızca lafı edilmiştir…
6) Cemevi sorunun çözülememesinin asıl nedenide bu yaklaşımlarda yatmaktadır. İşine her geldiğinde yasalarla oynamayı bir alışkanlığa dönüştüren AKP’nin “Tekke ve Zaviyeler Yasası”nın arkasına sığınması da bu anlamıyla taktiksel bir hamledir. AKP, nasıl ki Dersim tartışması ile Aleviler üzerinden Cumhuriyeti tartıştırmak istiyorsa, Tekke ve Zaviyeler Yasası üzerinden de benzer bir iş yapmak istemektedir.
Bu yüzden devletin “Sünni aklı” Alevilerin neredeyse istisnasız tamamı, “bizim ibadethanemiz Cemevidir” dedikçe, “İslam’da bir tek ibadethane, bir tek mabet vardır, orası da camidir, mescittir” cevabını vererek, klasik çağrısını yenilemektedir: “Ey Aleviler, eğer Müslümansanız camiye gelin!”
7) 12 yıllık AKP deneyi, her seferinde bize demokratik bir çözümün mümkün olmayacağını, Alevi sorunun da söylenenlerin aksine kolay olmadığını açıkça gösterdi. Çünkü, AKP çözüm deyince, açılım deyince kendine uygun Alevi, kendine uygun Kürt anlıyor! Açılımın yeni ya da eski olması da bir şeyi değiştirmiyor! Çözüm bir lütuf ya da ihsan sonucu olmayacaksa, her şeyden önce AKP’nin kendi belirlediği minderde güreşmeyi reddederek, öncelikle kendimiz olmalıyız. Taleplerimizi de eğmeden bükmeden daha cüretkar bir şekilde dile getirmeliyiz! Çok açık ki, ister toplumsal, ister siyasal bir güç “kendisi” olmadan asla başaramaz! Önce herkes kendi olacak, arkasından karşılıklı güç dengeleri ve uzlaşmayı beraberinde getirecek, sonra da hayat normalleşecek! Sen güç değilsen, oradan uzlaşma da, denge de, çözüm de çıkmaz!
19 Kasım 2014, İstanbul
Necdet Saraç