Geçtiğimiz ay başında, 3 Kasım'da Amerika’da başkanlık seçimleri gerçekleştirildi. Ve bizler dahil bütün dünya , Hollywood yapımı bir gerilim filmi izler gibi bu seçime odaklandık. Tüm haber kanalları ABD seçimlerini ilk sıraya taşıdılar. Tartışma programı düzenlediler, canlı yayın bağlantıları yaptılar, anket sonuçlarından eyaletlerdeki en son duruma, başkan adaylarının ilk açıklamalarından sonuca etki edecek ve kilit rol oynayacak, 'Salıncak eyalet' lere California, Teksas, Florida, New York, Pensilvanya' da kazanılan delege sayısına varıncaya dek bütün ayrıntılar servis edildi. An ve an hangi adayın önde olduğunu, sonucu belli olan eyaletleri anında öğrendik.
Asıl haberlerin satır arasına saklanmış önemli noktalara gelince;
1- Abd' de oy kullanan seçmen doğrudan başkan ve yardımcısını değil, onu seçecek olan seçiciler kurulu delegelerini seçiyor.
2- Genel seçim öncesi partiler kendi içlerinde başkan adayını belirlemek için ülke genelinde bir ön seçim yapıyorlar. Kıran kırana ciddi bir seçim kampanyası önce partilerin içerisinde yaşanıyor... Olayın bu yanına baktığımızda; seçimlerini kazanan Biden'in aday gösterilmesi hayli ilginç... Kendini ' Demokrat Sosyalist ' olarak tanımlayan ve ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık hizmeti, zenginlerden daha çok vergi alınması gibi Neo-Liberal kapitalizm ile bağdaşmayan vaadleri ile Bernie Sonders'in ön seçimlerde Demokrat Parti’yi deyim yerindeyse adeta sallıyor. Süpriz bu gelişme üzerine parti içerisindeki bütün statükocu güçler Biden'in etrafında birleşiyorlar. Ve Biden ister istemez ciddi bir potansiyel oluşturan Sonders'in kitle tabanına; gençlik, işçiler, kadınlar, çevre hareketi ve sosyalistlere yöneliyor. Bu bir seçim taktiği de olsa halkın yoksul ve ilerici kesimlerini talebleri ve örgütlüklerinin merkezi politika içerisinde yer bulması bakımından önemlidir.
3- Seçimleri kaybeden Trump'ın vaadlerinde yeni diye bileceğimiz birşey yoktu. Her konuşmasında Sol'u suçladı. Koronavirüsün ortaya çıkmasına neden olarak gördüğü Çin'i suçladı. Ekonomiye dair herşeyin süt-liman olduğunu dile getirdi...
2008 krizinden bu yana ABD sokakları kaynıyor. Giderek fakirleşen halkın çeşitli kesimleri sisteme olan güvenlerini yitiriyorlar ve sürekli taleplerini dile getiren bir eylemlik içerisindeler. Trump “Benden sonrası kaos” diyerek uyarılarda bulundu bile.
4- Faşizan söylemiyle, ırkçı faşist milislerin eylemlerini meşru gösteren, kolluk güçlerinin şiddetine övgüler düzen Trump kaybetti. Onun yerine gelen Biden bütün bunlara cepheden karşı olamayacağını gösterdi. Örneğin; polis çeşitli eylemlerde bulunanlara ateş açamaz diyemedi, resmi güçlerin terörüne karşı olduğunu net bir şekilde ortaya koyamadı.
5-Demokrat Parti’den aday gösterilen ve seçimleri kazanan Joe Biden, sistemi değiştirecek reformist bir programa da sahip değil. Biden kendi partisi ölçeğinde bile en kötü seçenektir. ABD’de başkan değişimiyle, gerek iç gerek dış politikada olumlu yönde Sosyal Demokrat ve Liberal bir değişim beklenmemelidir.
6- Cumhuriyetçi Parti geleneksel olarak statükocu sağ merkez diyerek tanımlanıyor. Trump'ın 4 yıllık başkanlık sonrasına baktığımızda; seçimi kaybetse de, anket sonuçlarının ve siyasal analistlerin beklentilerinin aksine gücünü büyük oranda koruduğu ortaya çıktı.
Sonuç olarak ; ABD’nin siyasi yapılanmasında hala iki parti bulunsa da; bu partilerin gelinen aşamada ortaya koydukları politikalar ve kurdukları ilişkileriyle merkezden sağa doğru bir kayma gösterdikleri söylenebilir. ABD’yi bilinen klasik burjuva demokrasisiyle yönetmek giderek zorlaşmıştır. ABD’nin emperyalist dünya sistemi içerisindeki kritik rolü ile birlikte düşündüğümüzde malesef dünyayı iyi günler beklemiyor..