23 Nisan 1920 Amasya

 

Tarihte bazı olaylar vardır ki, oldukları dönemde önemleri fark edilmez. Bu olayların tarihte bir çığır açtıkları, yeni bir dönemin başlangıcı oldukları sonradan anlaşılır. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı, önemi zamanında anlaşılmamış olaylardan değildir. Türkler, bu Meclis’in kendi tarihleri için ne anlama geldiğini o gün de fark ediyorlardı. Çünkü bu Meclis, hızla birbiri üstüne gelen bir dizi olaydan sonra açılmıştı. Daha 37 gün önce devletin başkenti İstanbul, emperyalistler tarafından işgal edilmiş, Misakı Milli’yi ilan eden Meclis basılarak mebuslardan bir kısmı İngilizlerin Malta adasına götürülmüş, bunun üzerine Ankara’da tetikte bekleyen Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Temsil Kurulu Başkanı Mustafa Kemal Paşa, çalıştırılmayan bu Meclis’in Ankara’da toplanacağını ilan etmişti. Meclis için Anadolu’da yeni seçimler de yapılmıştı.
İstanbul’da bir avuç işbirlikçi dışında herkes, Türkiye için artık bir dönemecin başına gelindiğinin farkındaydı. Türkiye’nin kaderine artık Paris’te, Londra’da değil, işgal altındaki İstanbul’da da değil, emperyalist ordularının uzanamayacağı, milletin vekillerinin özgürce konuşup kararlar alabileceği Anadolu’nun bağrında karar verilecekti. Artık milletin vekilleri Padişah’ın gölgesinden de kurtulmuş olacaktı.
Bu nedenle Meclis’in açılışını Anadolu gazeteleri “Tarihi bir gün” olarak haber veriyorlardı.
Mustafa Kemal Paşa, yayımladığı genelge ile Meclis’in 21 Nisan 1920 Çarşamba günü açılacağını bildirmişken, İstanbul Hükümeti’nin Şeyhülislama yayımlattığı “Bunlar Bolşevik’tir, dinsizdir” diyen fetvasını boşa çıkarmak için bu açılışı iki gün sonrasına, 23 Nisan Cuma gününe erteledi. O gün bütün camilerde cuma namazının kılınacağını hesaba katarak toplanan bu kalabalıkların yeni Meclis’in açılışını da törenlerle selamlamasını istedi. O gün dinî törenler yapılmasını, hatim indirilmesini, mevlit okunmasını da istedi.
Anadolu’nun her yerinde o gün tören yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz. Yaygın bir telgraf ağı olmakla birlikte belki de iki gün içinde bu genelge her yere ulaşamamış, ulaştıysa bile bazı yerlerde gerekli hazırlık yapılamamış ya da telgraf gerektiği kadar önemsenmemiş olabilir. Ne de olsa bu Meclis, dünyanın en kuvvetli emperyalisti İngiltere’ye rağmen ve Padişah’a karşı gelinerek yapılıyordu. İnancı güçlü olmayanlar ve kısa görüşlüler için bu, umutsuz bir kumar sayılabilirdi.
Bu törenlerin çeşitli merkezlerde nasıl yapıldığını bilemeyişimizin nedeni, bunu anlatan metinlerin bulunmamasıdır. Anadolu kentlerinde yerel gazetelerin sayısı sınırlıdır. Bu törenlerin nasıl yapıldığı konusunda İstanbul’a telgrafla veya mektupla haberler gönderilmiş olsa bile İstanbul gazeteleri sansür nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden tek sözcükle bile söz edememişlerdir! Bu törenlerden birisinin ayrıntılarını Amasya’da haftalık olarak yayımlanan Emel gazetenin 3. sayısından öğrenebiliyoruz.
Gazetenin bu töreni haber veren sayısı 8 Mayıs 1920 tarihini taşıyor. Üstünde “haftalık” yazmakla birlikte törenlerden 15 gün sonra yayımlanmış. Bu habere iki tam sayfa ayrılmış.
Haberin başlığı (bugünkü söyleyişle) “Olağanüstü Millî Meclis’in Açılışı-23 Nisan 1920, Tarihî ve Millî Anı”dır. O zamanın eğitiminden geçmiş insanlar, yazılarında süslü bir anlatım kullanırlardı. Emel gazetesinde de tören haberi, böyle edebiyatlı ve süslü bir anlatımla verilmiştir. O nedenle, kolay anlaşılması için onu bugünkü söyleyişle özetleyeceğiz.
Bazı anı yazarları, önemli bir olayı yıllar sonra anlatıyorlarsa ona olmadık şeyler katarlar. Sonradan edindikleri düşünceleri o güne aitmiş gibi gösterirler. Aşağıda aktaracağımız yazının düşünceleri de, heyecanları da, kaygıları ve umutları da o günlere aittir. Sonradan katılma hiçbir şey yoktur.
Dikkati çeken başka bir yan ise yazıyı kaleme alan kişinin taşıdığı güçlü siyasi bilinçtir. O, ulusal bağımsızlığın ancak milletin kararlılığı ile ve bir ezilen milletler (İslam dünyası) dayanışması ile kazanılabileceğini bilmektedir. Kurtuluş Savaşı, işte o bilinç ile kazanılmıştır.
Mehmet Sadık imzalı haber-yorumda anlatıldığına göre, 23 Nisan günü, bu güzel bahar sabahında müstesna bir hal vardır. Güneş, yüzleri ümit ışıklarıyla aydınlatmaktadır; Amasya’daki Beyazıt Camii’nin vakarlı kubbeleri üzerine ışık yağdırmaktadır. Minarelerin şerefelerinden yükselen müezzin sesleri, İslam Dünyası’nın uyanışını haber vermektedir. Bu sırada halk Beyazıt Camii’ne koşmaktadır. Yüzlerde umutsuzluk ve neşe, birlikte okunmaktadır. Alınlarda da derin bir düşüncenin izleri vardır. Bütün kalpler camide metin bir kale olmuştur, inançla birbirine bağlıdır.
Namaz kılındıktan sonra, tekbir sesleri arasında minbere çıkan hatip, gür ve titrek bir sesle ayetler okuduktan sonra halifenin saltanatının korunması için dua okumuş ve bütün kalpleri titretmiştir.
Herkes ağlamakta, dua etmektedir. Sonra, ilim adamları, ortalarında Sancakı Şerif, arkalarında kalabalık bir halk kitlesi olduğu halde, tekbir sesleriyle hükümet konağına ilerlemişlerdir. Bu birliği gören çoluk çocuk, kadın herkes koşarak kafileye eklenmiştir.
Hükümet konağı önünde saygı duruşunda olan jandarma ve asker, sancağı selamlamıştır. İlim adamları ve halk, Yüce Meclis’in açılışından dolayı, hükümeti kutlamakta ve başarısı için gözyaşları içinde dua okumaktadır. Şimdi yalnız bir şey düşünülmektedir: Hilafet ve millî-siyasi bağımsızlık.
Ulema, halk, asker, kutsal amaca ulaşmak için türlü fedakârlıklar göstereceklerine ilişkin birbirleriyle “ahdleşmekte”dir.
Bu hem acıklı, hem de kutsal bir gündür. Masumiyet gözyaşları bütün şiddetiyle gözlerden boşanmaktadır. Bütün kalpler hak ve adalet için Allahına yalvarmaktadır. Bu dualar elbet kabul görecek ve İslamiyet mahvedilemeyecektir. Yazının sonunda şöyle deniyor: “Meşru amaçları uğrunda fedakârlıktan çekinmeyen bir milleti dünyada hiçbir kuvvet kahredemez. Yeter ki o millet necip, cesaret sahibi olsun. Kendini tanısın. Millî namus ve siyasi bağımsızlığını korumayı bilsin.
Sonuç olarak İslam dünyası, bugün her şeyini Millî Meclisinden bekliyor. Millî Meclis, önce Allahına, vicdanına, sonra da bütün İslamların yardımına güvenerek ve dayanarak genel millî arzunun bir an önce gerçekleşmesine koşmalıdır.”